2 Ağustos 2010 Pazartesi

inception


öncelikle harika bir fikirle yola çıkan ama yeterli yakıt alamayan bir film. fikir hoş olduğundan senaryo üzerine boca edilmiş. eğer ki bilgisayarımdan izliyor olsaydım bilgisayarımın donduğunu düşündüğüm sahneler varki görüntü yönetmeni için çok başarısızdı deme hakkını veriyor bana. zaman akışkanlığını bize anlatmak için çabalamış anlatmış ama bütün gerçeklik duygumuz üzerinde boşluklar bırakarak, buda işlenişin aceleye geldiği, bu önemli konunu izleyiciye bırakıldığı izlenimini kuvvetlendiriyor. filmdeki her bireyin damar yolundan rüya alemine geçmeye eğilimi var fakat üzerinde durulan; eski mimar arkadaşın intiharı seçen karısı. başka hiçbirşey anlatmadan bu konu üzerinde bolca durulmuş. buda senaryodaki eksiklerin ötesinde, yetersizliklerini gösteriyor. türünde birçok filmin altında kalan bir karakter zenginliği eksikliği var. hiç tanıyamadığımız karakterler boşlukta süzülürken onlara ısınamıyoruz. havada kalan karakterler tek bir karakterin irdelenmesiyle affetttirilmeye çalışılsada tehlikeye attığı arkadaşlarını önemsemememize yolaçıyor, buda gerilimi neredeyse yok denecek seviyeye gidiyor. herhengi bir diğer karakter filmden düşseydi gerçekten umursarmıydınız? hiç sanmıyorum peki bunca şeyi gözardı edip bu filmi beğenebiliriz diyelim ki, başarısı nerde saklı? güzel fikir, çok zorlama ve acemi görüntüsü versede bütünlüğü olabilmiş, yarım yamalak hissine rağmen birşey anlatabilen hollywood kotarması ve yılların deneyimi. beni çok acımasız bulabilirsiniz fakat bende uzun zamandır böylesine hoyratça harcanmış iyi fikirler göremiyordum ekranda. izleyip etkilenip beğendiğiniz yolunda kendinizi kandırmanız olası, etkisi geçene kadar bekleyip tekrar düşünün.

25 Eylül 2008 Perşembe

Chungking Express


Chung Hing sam lam, yönetmen kar wai wong'un tarzını bilenler için hiçte şaşırmayacakları başarıda bir film. Wong alışkanlık ve saplantı yaratabilen bir yönetmen ve bildiğim 3 yönetmenden birisi kendi. aşk zamanı filmiyle birçok fanatik edinen wong bu filmde de yine kendini göstermiş.
film hakkında birçok kaynak ve yorum mevcut. ben izlenmeli olarak işaretleyip, bir miktar wong hakkında yazmak istedim.

ilk olarak 2046 da tanıdığım faye wong, 96 yapımı bufilmde de benzer karakterde birini canlandırmış. wong'un faye'yi oynattığı rollerin benzerliği ilgimi çekti. faye genelde itirafsız bir aşığı oynar. kendince oyunları ve açılmaması vardır hep. üzülmesi ve gizli mutluluğu hep kendine aittir. faye 2 farklı filmde 3 karakteri canlandırmış benim izlediğim 4 wong filmi arasından. 2 sinde mutlu sonlara ulaşıyor ve birinde zaten mutlu son yok. wong'un aşkı tarifindeki sözsüz ifade, itirafsızlık gerçekten ilgi çekici. gizemsizlikten kaçınan wong yinede itiraflarını örtülü olarak göstermenin yollarını buluyor. sonsuzluğa göndermeleri, mektup ve anahtarlara ilgisi yine gözler önünde. görsel ve edebi dengeyi iyi kullanan wong, chungking express'te bir miktar daha edebi etkiyi fazla kullanmış. görsel ifade gücünü 96'dan sonra hızla geliştirdiğini ve neredeyse hiç boş ve anlamsız sahne kalmayacak kadar ilerlettiğini görüyorum. görselle ifadelendirdiği ikincil mesajlar bu filmde kendini gösterse de daha yüzeysel kalmışlar. ayrılığı ve ardını anlatırken hoşlanmadığım bir havada ilerlesede ikinci hikayesinde, hoş ve içinde hüzün olmayan, evet wongtan üzmeyen bir hikaye mi acaba, bir hava akıyor. izlerken belki değil ama akışkan wong yapısı ve izledikten sonra ağzınızda bıraktığı hoş aromalı garip tadıyla yine yapacağını yapmış. wong'un takıntıları ve bakışı, gizem seven havası, görsel yaklaşımı, herşeyiyle bütün filmelrinde benzer bir duruş ve tad bulunabilen yazar ve yönetmenlerden.

not: tarantinonun bu filmin neresinde ağladığını anlayabilmiş değilim. filmi beğenmesini, amerikadaki gösterimine ön ayak olmasını ise anlıyor ve takdir ediyorum. tarantinonun ağlaması lansmanda etkili olsa da bence son derece kişisel bir bağlantı yüzünden bu denli fazla etkilendiğini düşünüyorum.

ingilizce altyazılı izlemek için; 1,2,3,4,5,6,7,8,9,10

24 Eylül 2008 Çarşamba

Düşüş


the fall, iyi bir yapım ama açıkça söylemeliyim filmin ilk yarısı bu kadar başarılı bir yapımı bu denli saçma bir hikayeye neden harcadıklarını anlayamadım. güzel görseller özenli işçilik iyi bir anlatım fakat, kasıtlı yapmacıklık aşırı masalsılık. neden sorusunu sorarak cahilliğimi kanıtlamış oldum. bahsettiğim bu aşırı basit masal havası yüzünden izleyici kaybedebileceğini ama sabredip bütüne baktığımızda çok iyi bir eser ortaya çıktığını görüyorum. anlatım dili, yöntemi, bakış açısı kesinlikle doğru ve başarılı. ikinci yarısında aşırı duygusallaşıp kontrolümü kaybetmiş olmam genelindeki hataları görmeme engel olduğundan eleştiremiyorum bile. beklediğim aynı özenin büyükler için olan masallarda da gösterilmesi, fantastik edebiyatın ciddiye alınması ki ortaya inanılmaz işler çıkabilir. içinde masalda bulunan bu dram izlenmeli bence. estetiğinin ve görsellerinin bu subjektif halimle bile iyi olduğunu da kabul ettiğimi belirtmeliyim.

dark knight


Gerçekten sertleştirilmiş vahşi bir batman versiyonu dark knight. daha çok çizgi romandan uzaklaşmaya çalışmış bilimkurgu havası sezinleniyor. daha karanlık. gothamın o mistik karanlık havasından çıkıp daha gerçekçi bir atmosfere sahip olması ilginizi çekecek. tek çizgi romansı yanı bat-moto, inanılmaz kötü olmuş. izlediğim bütün batman filmleri içindeki en kötü motor ve motor sahneleri. hele o duvarda aksiyon sahnesiki, dehşet kötü olmuş. motorla ilgili sahneleri geçersek, betmani daha gerçekçi, ayakları yere sağlam basan bir karakter olarak görüyoruz. bir süper kahramandansa yetenekli bir adam var karşımızda. yarasa filmelerinden en görkemlisi olmayabilir belki evet, yinede denedikleri şey için taktir ediyorum. başarılıda bulacaktım ama, o motor bat moto mudur ne zıkkımdır, nasıl bişidir. inanılmaz bir joker karakteri bu motoboto olayını görmezden gelmemi sağlayabilir. yarasaadamı sevmezdim şugüne kadar ve eğer bütün filmleri bu şekilde çekselermiş, korkarım en sevdiğim karakterler listeme bile girebilirmiş.

19 Eylül 2008 Cuma

doomsday


hala bu tarz bilimkurgular çektiklerine inanamıyorum. sanırım bilimkurgu denince akla bir hatunu alır siyah tayt giydirir sağa sola saldırtırız işin içinden çıkarız diye düşünüyorlar. bide kakma mi hikaye bulalım, işte ne olsun; virüs olsun sistem çöksün madmaxten kırp, ordan yırt ohh bitsin.
doomsday nedir ne amaçla yapılmıştır bilemem. sanırım kitle şu; siyah taytlı bi hatun etrafta kan, vahşet patlama seven erkek modeli. bu modelden değilseniz kaçınınız. zira ben buyum diyorsanız, arşivinize alın, yeri değiştirilemez bir koleksiyon değeri olacaktır.

gerçi ilk defa ortaçağa dönen modelle road-punk modeli birarada, üstelik bir virüs filminde dünyayı hiç iplemeyip sadece ingilterede oluyor olaylar, dünya güllük gülistanlık. tarihte 2binli zira süper bir teknoloji yok, siyah tayt hala moda :)

restraint


restraint tamamen şekilcilik üzerine bir deneme, deneme diyorum çünkü film olmayı başaramamış. sevemedim. izlemeye deymez buluyorum. fakat gereksiz teknik çekimler deneyen yönetmenin bu gereksizlikleri neden yaptığıyla ilgili düşünürken, yapmak istediğinin bir çok fobiye gönderme olduğunu anladım. fobilere gönderme yapan, şekilci insanı anlatan bütün karakterleiyle gereksiz bi cinayetli öykü. sinema manyağı filansanız, böyle başarısız denemeleri izleyip, şöyle yapılsa iyi olurmuş demeyi seviyorsanız izleyin. yoksa spoiler olarak konuyu verdim zira. fobi ve şekilcilik :)
yoksa bütün bu thriller denen türün geneli böyle değildir umarım...

16 Eylül 2008 Salı

edie


Factory girl, yada edie anlatmak istediğim filmdi. anladım ki benim beğendiğim filmler imdb de 6/7 dışında oylanmıyorlar. sonra madem anlatacağım dedim araştırdım zira Edie Sedgwick merak ettiğim bir insan oldu Andy Warhol'le birlikte.
gördümkü şaşırtıcı biçimde sexiest, procovative film olarak tanıtmışlar etmişler. bana çyle gelmemişti ki, ne pis bir adammışım diye düşünmüştüm. herhalde izlediğim hayat hikayesinde en az yer alan şeylerden biriydi yatak hikayesi ablanın. zira ben bu tanıtım olaylarına denk gelseydim izlemezdim de. herneyse sanırım ben kesilmiş versiyonunu izledim ki iç rahatlığıyla izlenebiliyor bu tanıtımdan felan anladığım kadarıyla. bir bağımlıyı ne yaratır. içinde olduklarımızın ne kadar farkındayız ve farkettiğimizde kabullenebiliyor muyuzu sorgulattı bana. üzüldümde Edie için. 60 larda çıkmış süperstar furyasının ilki edie, fabrika kızlarınında. andynin içinde aktığı postmodern sanatın ki, yeni sanatta deniyormuş, içinde kurbanlardan biri o...
ortasına kadar yükselen güzel bir hayat sonrada düşüşünü izliyoruz.
hayattan sıkılıyoruz. yine gereksiz sorgulamalara, yazıklara dadanıyoruz, bazı babalara kız çocuk hiç yakışmıyor diyoruz.
işte böyle bir film;
when Andy met Edie,life imatated art..
Andy denen adamı hiç sevmedim cidden nıck nıck...

bide edie hakında bir kaç kaynak:
1
2

  © Blogger template 'Perhentian' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP